Peygamberimiz döneminden itibaren sabır ve türlü fedakarlıklar ile tutulan oruç ve büyük bir çoşku ile kutlanan bayramlar Osmanlı Devleti’nde de aynı sabır ve çoşkuyla devam etmiştir.Osmanlı Devleti’nde Ramazan ayına ve Ramazan Bayramı’na özgü yaşananlar seyyahların ilgisini çekmiş ve Türk toplumundaki Oruç,bayram ve iftar sonraları yapılanların kaleme alınarak günümüze kadar ulaşmaları sağlanmıştır.
Evliya Çelebi Osmanlı’da ramazan konusunu şehir şehir ele almış her şehrin kendine has özelliklerinden bahsetmiş ve seyahatnamesinde bu konuya geniş bir yer vermiştir.Genel olarak anlattıklarına göre ise Ramazan aylarında şehirlerde binlerce fişek atılırmış.Terk edilmiş yüksek kalelerde bile bu mübarek ayın gelişini haber verip müjdelemek için siyah barutlar saklanır; her yerde kandiller yanar, etraf ışıl ışıl aydınlatılırmış.Evliya Çelebi Seyahatname’de Ramazan pidesini de üstü anason, çörek otu, badem, safran, haşhaş gibi şeyler dökülerek kaplanmış, beyaz undan katık olarak anlatıyor.İftar vakti geldiğinde mahalle aralarındaki küçük fırınlardan yayılan muhteşem koku ise insanda müthiş bir tesir bırakır,mahalleli pideleri bitmeden almak için erkenden fırın kapısında sıraya girermiş.Misafire hediye yani diş kirasından da bahseder.
Türklerin Ramazan Bayramını anlatan Fransız seyyah Nerval;“Türklerin Ramazan bayramı bizim yılbaşı bayramımıza benzer.“Bayram sabahı, güneş doğarken, gemilerden ve bütün hisarlardan atılan toplar şehri inletti.Bin minareden yükselen ezan sesleri her tarafta yankılandı.Büyük şaşalı bir merasim yapıldı.Merasimden sonra herkes birbirinin elini öptü.”der.
1553 ve 1554 yıllarında İstanbul’u ziyaret eden Alman seyyah Dernschwam anılarında İstanbul Ramazanları hakkında şöyle bahsetmektedir:“30 Temmuz 1554’de Türkler İstanbul’da oruç tutmaya başladı.29 Temmuz’da Ay’ı gördüler. Herkesin bundan haberi olsun diye minarelere kandiller asıldı.Yağmur ve rüzgâr zarar vermesin diye de üstlerini örttüler. Bu kandilleri akşam yakıyorlar ve tüm gece boyunca yanıyor.Akşama kadar hiçbir şey yemiyorlar ve akşam yıldızlar görününce de ne bulursa yiyorlar.Yemek ayrımı yapmıyorlar. Ertesi gün açlığa tahammül edebilmek için biraz uyuyup kalktıktan sonra tekrar yemek yiyorlar. Türklerin bu tuttukları oruç Yahudilerin orucuna benziyor. Akşama kadar bir şey yemeyip akşam olunca da gündüz yemedikleri şeylerin hepsini gece boyunca yerler. Toplumda oruç tutmayan Müslümanlar da vardı.Sınırda yaşayanlar ve savaş zamanı askerler oruç tutamayan mazeretli kimselerdi.
1573 de İstanbul Ramazanına tanık olan seyyah Gerlach ise:“Gökte Yeniay’ın görülmesi ile başlayan Ramazan bir ay sürüyor. Müslüman Türkler bütün gün boyunca bir şey yemez ve içmezler.Akşam vakti camilerin minareleri çevresinde bir taç gibi dolanan kandiller yanıncaya kadar tamamen aç gezerler.Kandiller yandıktan sonrada bütün gece yiyip içerler.Kandiller yanınca sokaklarda bir bağrışma kopar ve dilenciler sokaklara dökülerek evden eve dolaşır yiyecek ve para isterler.Bazıları da beş altı kişilik topluluklar halinde bütün oruç ayı boyunca geceleri sokak sokak gezer.Zengin kişilerin evi önünde
nefesli sazlar ve vurmalı çalgılar eşliğinde şarkılar söyler.Aralarından biri şarkı söyleyerek veya zurna çalarak girizgâhla başlar, diğerleri de buna katılır.Ramazan minarelerde yanan kandillerle ilan edilir. Sene boyunca sadece düğünlerde ziyafetler veren Türkler, Ramazan ayının on beşinden sonra Devlet ricalinin iftar davetlerinin şaşaası büyüktür.”Gerlach’ın“Büyük Bayram”olarak adlandırdığı Ramazan bayramı, “Küçük Bayram”olarak adlandırdığı ise kurban bayramıdır.
1575 yılının Ramazanını gözlemleyen Alman seyyah Schweigger ;“Oruç zamanı yılın bolluk ve bereket içinde geçen bir dönemidir. Bu yüzden Türk halkı Ramazan’ı büyük bir hevesle bekler. Bir ay süren oruç ayında Türkler yemek ve sudan kesilir, gökyüzünde yıldızlar görününceye kadar bu açlık devam eder. Camilerin balkonunda tahta fenerlerin içinde kandil aydınlatması asarlar. Bir ip yardımıyla iki minare aradı görkemli yazılar asarlar.Bu ayda çocuklara, yaşlılara, hastalara gereksinimleri olduğu kadar yiyip içme fırsatı verilir. Bu bereket ve bolluktan sadece insanlar değil, hayvanlarda nasiplenir.Kedi köpeklere de sadaka verilir.Şehzade Mehmet Camiinin önünde her gün ikindi vakti otuz kırk aç ve perişan kedi toplanır.Türkler buraya gelerek onlara et ve ciğer parçaları atar. Bu onlar için büyük bir sadaka niteliğindedir.Zayıf olan hayvanlar bunları yer.Bazı kişiler kafesteki bir kuşu satın alıp onu serbest bırakarak sevap kazanmaya çalışır.
1610-1620 yılları arasında İstanbulʹda kalan İngiliz Robert Withers Anadolu’da geçen Ramazanlarını şöyle anlatır:“Türkler Ramazan ayında oruç tutar.Gündüzleri bir şey yemez ve içmezler. Akşam namazından sabah namazına kadar geçen sürede istediklerini yer ve içerler. Akşam olduğu vakit minarelerin etrafını çevreleyen ışıklar yakarlar. Bu ışıklar sabaha kadar yanar. Ramazan ayında gündüzleri açıktan bir şey yemek içmek yasaktır Türkler Ramazan ayında önemli kişilerin türbelerini ziyâret ederler.Kurbanlar keserek kurban etlerini dağıtırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder